1.12.2009

"Bu ödüle ihtiyaç duymayacak bir dünya kuracağız"

0 Vakâ
Doğa, dengesini vahşet üzerine kurmuştur. Bütün canlılar kendi çıkarları için başka canlıları parçalar, öldürür, yok ederler. Bu vahşette bir masumiyet vardır. Çünkü bunu içgüdüleriyle, yaşamlarını sürdürebilmek için yaparlar. Doğa, onlara böyle yapmalarını emreder.

İnsanlar da bu vahşetten paylarını almışlardır. Bütün canlılar gibi onlar da vahşidirler. İnsanları, diğer canlılardan ayıran iki önemli özellikleri bulunur. Birincisi, bu vahşete kendi akıllarını ve bilinçlerini katıp, doğanın masum vahşetini, günahkâr bir kötülüğe çevirirler.
İkinci özellikleri ise bununla tam anlamıyla çelişir. İnsanlar, zayıfların ve güçsüzlerin haksızlığa uğramasına karşı çıkan bir başka güdüye sahiptirler. Buna vicdan deriz. Hangi ırktan, hangi dinden, hangi kültürden olursanız olun bir adam bir çocuğu dövdüğünde buna isyan edersiniz.

Bütün hayatımızı, bütün kişiliğimizi, bütün varlığımızı, doğuştan sahip olduğumuz bu özelliklerimizden hangisine sahip çıktığımız, hangisini besleyip büyüttüğümüz belirler.

Bazıları, kötülüklerini ve vahşetlerini sınırsızca kullanırlar. Kendi kısa hayatlarını biraz daha iyi yaşamak, biraz daha zengin olmak, biraz daha güçlü olmak için başka insanları ezer, aşağılar ve öldürürler.

Bazıları, bu kötülüklere katılmazlar. Vicdanları buna izin vermez. Ya da kötü olacak cesaretleri yoktur. Onlar, kötülükleri tasvip etmez ama bu kötülüğe karşı da çıkmazlar.

Bazıları da, sadece vicdanlarını dinler, kendi çıkarlarından vazgeçer ve güçsüz olanları korurlar.

Kötülüğün ve vahşetin “mantıklı” bir nedeni vardır. Onlar bunu kendi çıkarları için yaparlar. Ve biz, kendi çıkarlarımız için yaptıklarımızın mantığa uygun olduğunu düşünürüz.

Vicdanın ve iyiliğin ise mantıklı bir nedeni yoktur.

Belki de bu yüzden Kant, “Ben yıldızlara ve iyiliğe şaşarım” demiştir.

İyilik, gerçekten de şaşırtıcıdır. Doğanın canlılara yüklediği bencilliğe ve vahşete aykırıdır çünkü.

Tarih, mantıklı kötülüklerle, mantıksız iyiliklerin dövüşüne şahit olmuştur her zaman.

Bu savaş hâlâ sürüyor.

Bu savaş sürdüğü için bu ödül veriliyor.
Kötülüklerin ve vahşetin büyük gücüne, iktidarına, parasına, silahına karşı, vicdanın ve iyiliğin kararlılığı, cesareti, inatçılığı
baş kaldırırken, bu vicdan büyük düşmanlar kazanıyor.

Bu ödül, o düşmanlara karşı yalnız olmadığımızı, yeryüzünün her tarafında vicdan sahiplerinin birbirine destek olduğunu, sesini yükselttiğini, kuvvetli bir dayanışma içine girdiğini gösteriyor.

Biz bu akşam, burada, bütün mantıksızlığımız ve bütün vicdanımızla, dünyadaki kötülüklere meydan okuyoruz.

Onlara, bu ödülü benden çok daha fazla hak eden Milyus ve Saviola gibi, “biz gerilemeyeceğiz, biz dövüşeceğiz, biz insanlara kötülükler yapılmasına izin vermeyeceğiz” diyoruz.

Bu ödülü daha önceden alanları ve bu ödülü almalarına neden olan iyilikleri ve cesaretleri nedeniyle hayatlarını kaybedenleri saygıyla anarken, beni de onlardan biri olarak gördüğünüz için teşekkür ederim.

Onlarla birlikte anılmak benim için bir onur ve sevinçtir.

Ama asıl sevinci, bir gün bu ödüle ihtiyaç duymayacak bir dünya kuracağımıza bugün burada bir daha inandığım için hissediyorum.

Bana bu sevinci yaşattığınız için hepinize minnettarım.

Teşekkür ederim.



Ahmet Altan - Gazeteci/Yazar
"Leipzig Özgürlük ve Medyanın Geleceği Ödülü" Konuşması

23.11.2009

Kalevala

0 Vakâ
Tolkienin icad ettiği kapsamlı ve zarif dillerin hepsine Elfce(Elwish) adı verilir.Tolkienin elfçeyi yaratırken esinlendiği en büyük kaynak şu anda Rusya ve Finlandiya sınırında bulunan gözlerden uzak bir köy ve göller yoresi olan Karelia bölgesinde konuşulan dildir.Bu bölgenin sakinleri genellikle yaşlılardır.Çocukları modern dünyaya taşınmıştır. Kalevela(Calavela) "Kahramanlerın Ülkesi" anlamına gelir.Bu Fin efsanelerinin en önemli ifadelerinden biridir.Tolkien gencken Kalevaladan çok etkilenmiş ve bu anıtsal epik şiir derlemesini daha iyi kavrayabilmek için kendi kendince Fince öğrenmiştir.Kalevala son buzul çağında kuzeye göç edenFinlerin gerçek tarihi ile paralellik içindedir.Dilbilimciler efsanenin ve bu dilin daha geriye göçebe bir çağa ait olduğunu düşünüyor.Finlandiya'nın tarım öncesi zamanlarından, şamanların zamanından geliyor Kalevala.O zamanlar insanlar yazıyı bilmezdi.Sözlü bir gelenekle yaşarlardı.Dilse en yiyi anlatıcının sözcük dağarcığı ile ibaretti.Söyelenene göre Kalevala'nın ölçüsü Karelia göllerinde kürek çekilirken söylenen şarkıların ritminden gelirmiş.Ortaçağın sonuna doğru İsveçliler Finlandiya'yı işgale başlayınca Kalevala geleneği yok olma tehlikesi ile karşı karşıya gelmiş.19.Yüzyıla gelindiğine eğitimli fillerin çoğu İsveçce konuşuyordu.Derken Elias Lönnrot adlı bir köy doktoru 1830'larda Karelia'nın içlerine doğru yolculuğa başlar.Burası Dünyada hala efsane şarkılarının söylendiği son yerdi.Karelialıların hiç yapmadığı birşeyi yaparak bu şarkıların sözlerini kaydeden Lönnrot gleneği kurtarmış oldu.Şarkıları bir öykülerin içine toplayan Römrod buna kalevala adını verdi.Bu mitoloji Fin halkına bir ulus kimliği kazandırdı ve bu kimlik 20. yüzyılın çalkantlı ortamında onlara çok yardımcı oldu.Eğer Kalevala olmasaydı Finlandiya'nın bağımsızlığı olmazdı.Finler de ya Rusca ya İsveçce konuşuyor olurdu.
J.R.R.Tolkien de Kalevala'dan esinlenmiş ve Orta Dünya'nın dilini yazarken buna başvurmuştur.Tolkien'in arkadaşı Tom Shippey'e göre Tolkien beğendiği şeylere benzer bir his veren diller yaratmaya çalışmıştır.Elflerin Latincesi olan Quenya Shippey'e göre Finceye dayalı.Tolkien Fİnceyi cok severdi ve küçük yaştan beri Fin edebi geleneğine yakınlık duyardı.Tolkien Kalevala'nın dilinden fazlasıyla etkilenmiştir.Bu şiirlerde bitmeyen konular ve kilit karakterler bulmuştur.Kalevala'nın kahramanı büyülü güçleri olan yaşlı bir önder.Şiirin merkezindeki karakter hedeflerine ulaşmak ve halkının toplumsal koşullarını iyileştirmek için büyüler yapan büyük şaman Väinamöinen.Bu karatkerin paraleli ise sözcüklerin büyüsüne başvuranBüyücü Gandalf.Yüzüklerin Efendisi ve Kalevala'nın bir ortak noktası daha var.İki özyükünün de merkezinde çok güçlü insan yapımı bir nese var.Fin şiirinde "Sampo" adı verilen bu nesne tıpkı yüzük gibi sahibine büyük servet kazandırıyor.Ama sonunda barışın korunması için bunun yokedilmesi gerekiyor.Kalevala'daki mesaj da her zaman toplumun iyiliği, halkının refahı için çalışman.
Buraya kadar herşey çok normal.Asıl görüşüm ise Kalevala ile Dede Korkut hikayeleri arasındaki benzerlikler.Her iki hikayede de halkının refahı ve huzuru için çalışan , büyüe başvuran, bilge bir kişi var.Hem kalevala'da hem de dede Korkut hikayelerinde tabiata sıkı sıkıya bağlı bir tek tanrıya inanan gelişmiş bir toplumun olması da ortaktır.Her iki hikayede de annesi tarafından diriltilen erkek çocuklerı vardır. Bu düşünce çoğu kişiye Türk olmamızdan dolayı içimizde bulundurduğumuz düşünceden doğduğu söylenebilir.Ama her iki hikayenin coğrafyası birbirine uzak değldir.Ayrıca her iki toplumun da göçebe olması ve göç etmleri Kültür etkileşimini arttırmaktadır.Her iki destanın da Sözlü edebiyat ürünü ve şiiir şeklinde olması da kültürler arası etkileişm olabileceğin göstermektedir.Fince ve Türkçe'nin de Ural-Altay Dil gurubuna dahil olması da cabası.
Sonuç olarak bunların hepsi birer tesadüf olabilir.Ama J.R.R.Toklkien Yüzüklerin Efendisi üçlemesini yazarken oluşturduğu Gandalf'ın kişiliğinde sizce Dede Korkut'un payı olamaz mı?


kuzeyin güzel hanımı,
toprağın suyu, suyun nuru,
gökyüzünün bir yakasına oturdu,
cennet geçidine doğru.
temiz teni içinde parlıyor,
beyaz giysileriyle ışıldıyordu.
altından elbiseler dokuyor, altın iğnesiyle,
gümüşten sazları dikiyordu gümüşle.

tam o sırada,
bilge ve çetin, vainamoinen
geliyodu karşıdan.
karanlık kuzey toprakları berisinde
kasvetli sariola’dan.
az bir yol katetmişti ki,
duydu gökyüzündeki sazların sesini
başının üstünde,
gözleri takıldı cennete.
cennet geçidi çok güzel görünüyordu gökyüzünde,
ve onun yamacında oturan hanım da öyle.
altından elbiseler dokuyor, altın iğnesiyle,
gümüşten sazları dikiyordu gümüşle.

bilge ve çetin, vainamoinen
durdurdu atını aniden,
kelimeler şöyle döküldü ağzından:
“gel hanımım benim yanıma,
nur ayağını bas kızağıma!”

hanım baktı aşağı,
kelimeler şöyle döküldü ağzından:
“neden bir hanım gelsin yanına?
neden bir kız binsin kızağına?”

bilge ve çetin, vainamoinen
cevap verdi buna:
“neden bir hanım gelsin yanıma?
neden bir kız binsin kızağıma?
çünkü ballı ekmek pişirebilir
bira yapabilir
bahçelerde şarkı söyler
mutluluk dağıtır pencereler,
vaino-ülkesinin tarlalarında
kalevala’nin kırlarında.”

hanım cevap verdi buna,
kelimeler şöyle döküldü ağzından:
“dün dolaşırken yeşil boyalı kırlarda,
sarı fundalıkları geçtiğim sırada
akşam çökmek üzereyken tam,
korulukta cıvıldayan bir kuş vardı.
bir tarlakuşu şarkı söylüyordu,
bir kız çocuğun ne hissettiği,
ve bir eşin ne hissettiğini.
söylemem gerekiyordu söyledim,
kuşa şöyle dedim:
‘küçük tarlakuşu söyle bana,
kulaklarım duyacak şekilde ama,
kimin yeri daha büyüktür,
kimin gönlü daha doludur,
babasının evinde bir kızın mı?
yoksa kocasının evinde bir hanımın mı?’
buna cevap verdi tarlakuşu şakıyarak:
“bir yaz günü parlaktır,
ama bir hanımın kaderi daha berraktır;
buzdaki kılıç soğuktur,
ama bir eşin durumu daha soğuktur.
bir kız, babasının evinde,
güzel bir tarlada bir böğürtlen gibidir;
kocasının evinde bir eş ise,
zincirlenmiş bir köpek gibidir.
nadiren bir köle mutlulukla ödüllendirilir;
bir eş ise hiçbir zaman.”

yine de çağırdı hanımı yanına,
bilge ve çetin, vainamoinen
çağırdı onu kızağına.
hanım ona cevap verdi hemen,
kelimeler şöyle döküldü ağzından:
“belki evlenirdim,
bir gemi yapabilen biriyle,
benim kargılarımla
ve benim gemici bıçağımla,
vurabilirse o gemiyi sulara
onun dizleri sağlamdır,
onun yumruğu gururludur,
onun kolları sabittir,
onun elleri uzanmaz heryere.”

bilge ve çetin, vainamoinen
şöyle konuştu bu sefer:
“ne yerde, ne gökte,
ne de tüm gökyüzünün maiyetinde
var mıdır benim gibi bir oymacı,
var mıdır bir gemiyapımcısı?
ağaçlardan kalaslar yaptı,
kargılarla oymalar oydu,
başladı bir gemiyi yontmaya,
yüz kişi alabilecek bir gemi yapmaya.
çelikten bir dağın üzerinden de
demirden bir tepenin üzerinden de gidecekti.
bir gün ve iki gün çalıştı,
üçüncü gün bir gemi olup çıkmıştı.
baltası taşa hiç vurmadı,
bıçağı tepenin eteklerine değmedi.

üçüncü ve en son günde,
iblis geldi gemiye,
şeytan aldı bıçağı eline,
güvertede baştan sona koştu,
baltayı taşa vurdu.
tepenin yamacına geldi
bilge çocuğun kaldığı yere,
bıçağı daldırdı ete,
kıymetli çocuğun tenine,
vainomoinen’in etine.

-- alıntının alıntısı --

Lemminkainen

0 Vakâ
aynı zamanda kaukomieli, veya ahti, kalevala'nın ana kahramanlarından biri. maceracı, savaşçı ruhlu, uzun kömür siyahı saçlı, dişilerimizin deli olduğu genç bir karakterimiz. öyle bir inat vardır ki kendisinde, peşinden o zamanlar herkesin koştuğu, louhi'nin kızı kyllikki'yi kazanmak için pohjola'ya tek başına gider, kız yine istemez kimseyi, bu da tuttuğu gibi götürür evine, kyllikki de sesini çıkaramaz. birbirlerine söz verirler; kyllikki danslara vs. gitmeyeceğine, lemminkäinen de savaşa gitmeyeceğine dair. fakat kyllikki bu sözü bozar, lemminkäinen de duyar duymaz sinirle "ben kuzeye gidiyorum birilerini öldürmem lazım artık" şeklinde annesini de karısını da dinlemeden, gider, giderken de saçlarını taradığı, sinirle duvara fırlattığı tarağını bırakır, öldüğümde bu taraktan kanlar damlayacaktır diyerek.

kuzeyde louhi'ye kızlarının en güzelini vermesi için ısrar eder, louhi de "zaten bir tane karın var, diğeri ne oluyor?" diye vermez kızını. üç göreve gönderir lemminkäinen'i, sonuncusu olan tuonela'da, tuoni'deki siyah kuğuyu öldürme çabalarında, kuzeyde acıyıp öldürmediği tek adamın, bunun aşağılamasına alınması ve peşinden gelip, kalbine bir yılan göndermesiyle ölür. cesedi parçalanır ve nehre atılır. annesi de ilmarinen'den kendisine oğlunu nehirde araması için bir tarak yapmasını ister. bu tarakla nehri arar ve oğlunun bütün parçalarını teker teker bulur, suonetar'nın yardımıyla birleştirir/diker ve tanrılara oğlunu geri almak için yalvarır, fakat oğlu hala ölüdür. başka bir çare gerekmektedir, o da bir öhm, "ballı kıta" diyebileceğimiz yerden (bkz: thor) bal getirmesini ister bir arıdan, bu bal da işe yaramayınca, arıdan ukko'nun katından bal getirmesini ister. güç bela bu da getirilir ve lemminkäinen tekrar hayata döneer, yihu. bir süre için lemminkäinen uslanır, evine döner.

louhi'nin güzel kızı, o dönemde kyllikki'nin de gitmiş olmasıyla, gökkuşağı bakiresidir, aslında en başından ilmarinen'e söz verilmiştir, çünkü väinämöinen, topraklarına dönmeye çalışırken, louhi sadece kendisine sampo'yu yaparsa gitmesine yardım edeceğini söylemiş, bunun karşılığında ona kızını vereceğini söylemiştir. väinämöinen de zorla isteksiz ilmarinen'i göndermiştir, ilmarinen kızı görünce sampo'yu yapmış, fakat kız kendisini istemeyince geri dönmüştür. väinämöinen'in, ilk 'aşkı' olan ve, kendisiyle evlenmemek için kendisini öldüren aino'dan sonra, bu kızın kalbini kazanmak için denize açıldığını kızkardeşinden duyunca (bu aslında väinämöinen'in üçüncü görevidir kızı kazanmak için), kendisi de denize açılır, "iyi olan kazansın" mantığıyla yola çıkarlar. kız da daha genç ve güzel olan ilmarinen'i seçer. evlenirler.

lemminkäinen evliliği farkeder, bir tek kendisi davet edilmemiştir doğal olarak, çünkü savaşçıdır ve düşüncesizdir bu karakter, gittiği her yere mutlaka bir rahatsızlık getirir. evlilik biter, ilmarinen ve karısı metsola'ya dönerler, fakat lemminkäinen yine de evliliğin olduğu yere gelir, karşılanmak ister. hoş karşılanmadığını farkedince taşkınlıkları başlar, pohjola'nın lordu da sinirlenir, kılıç savaşları sırasında lemminkäinen onu öldürünce, bölgenin bütün askerleri onun peşinden gelirler. lemminkäinen de annesinin yanına kaçar, o da saari adasına gidip, 3. senede, unutulunca geri dönmesini söyler.

lemminkäinen adaya kaçar, fakat taş bir karakterimiz olarak, ve kadınlara zaafıyla beraber de, adanın bütün bakireleri tarafından sevilir, el üstünde tutulur, hepsine de 'ilgi' gösterir kendisi - bir tanesi dışında. bu kız da çok alınır, lemminkäinen'in gitme zamanı geldiğinde (ki adadaki erkekler rahatsız olmaktadır, ve kendisi de evini özler), yolunda rüzgarın dönmesini, gemisinin sulara gömülmesini diler. ki öyle de olur, fakat lemminkäinen kurtarılır yine. evine döndüğünde ise, eski evinin yerinde yeller estiğini, her yerin yakıp yıkıldığını görür. annesinin de öldürüldüğünü sanarken, ormanda bir kulübede tek başına ağlar şekilde oturarak bulunca, öküzlüğünü sanıyoruz ki anlar sonunda, oturur oturduğu yerde. (olan kyllikki'ye oldu o arada ya, hey Allahım)

21.11.2009

Suç

0 Vakâ
İçerde, hep iftiraya uğradığını söyleyenler bulunduğuna göre dışarıda ne çok iftiracı var, öyle değil mi? Valla bilmiyorum; içerdeyseniz mâhkumsunuz, dışardaysanız müfterî...

Aslında bi insanı bi yere kapamak suçtur ama kapattığınız kişi suçluysa, bu bi cezadır. Yani aslında her ceza biraz da suçtur. Ve her suç, biraz da ceza... İçerdekilerin bazılarının suçlu, bazılarının suçsuz olduğuna şüphe yok, ama bu dışarıdakiler için de geçerli.

Yakalanmayan suçluya 'suçsuz' denir. Yakayı ele verenin kendisini mâğdur hissetmesi de bundandır. Yani...

-Herkes çalıyo, ben niye yakalanıyorum ?!?

'Kader kurbanıymış' de besbelli...

Gerçek bi suçsuz yoktur içerde de, dışarda da... Rüşvet almadıysan, hiç mi vermedin trafikte de? Zaman zaman ruhsatın içinde...


[BanaBiŞeyhlerOluyor]

15.11.2009

Sabah Çayı

0 Vakâ
Hep ummadığım yerimden yara aldım ben.

Yine...

Sorumluluklar hayatını kolaylaştırmaz mıydı?
Dememişler miydi öyle?
Çok endişeleniyorum.
Kendim içi değil, azâb-ı vicdânla terbiye olan, senin için...

Dayan. Güçlü kal...

24.10.2009

Aylık Asayiş-Kontrol Raporu

0 Vakâ
Bu gece uyku tutmadı efenim, o yüzden konudan konuya atlayabilirim kısa tutmak için, takılmayınız...

Garipsenmicek bi durum açımdan ama insan, bazen de olsa, şaşırıyo. Önceleri yoğunluk, yadırgama falan diyo ama öyle olmadığını kendisi de biliyo.

Gece yarısından bu yana 2 Zooey Deschanel filmi izledim; 'duruluğu'na rağmen pek matah bi oyuncu değil, zaten filmlerde de pek görünmez kendileri ama nedense filmleri, konusuyla çeker beni. Alışılagelmemiş bi durum. Neyse, filmler cansıkıntısıyla izlenilicek ama hatırlanmıcak türdendi.

Sonra n'aptım?..

Okumaya güdümlendiğim serinin, bendeki, son kitabını okumaya niyetlendim bi ara ama hâlen saçma bi kamuflaja bürünmüş ergen kız hikayesi olduğunu düşündüğümden, vazgeçtim. Sonra sigara pakedime takıldı gözüm. Yataktan kalkıp kettle'ın tuşuna basıp su ısıttım, sallayarak geçiyo burdaki ömrüm çayları, vesselam.

Klinng!..

Sıcak suyu doldurup koridora çıktım, cebimde paketim, açık bi pencere vardı Allah'tan ki, kapriyle dışarı çıkmaktan yırttım bu soğukta. Hava eksi bilmemkaç derece, neyse... Pencerenin önünde dikilip, derin bi nefes çektim yeni yaktığım sigaramdan. Gün yeni aymış, gri tonda hava, maviye çalan bi gökyüzü falan... Bilirsiniz işte.

Son bikaç günde olanları düşündüm. Aklımdaki yüzlerin isimlerini hatırlamaya çalıştım -bazen tekrar yapmam gerektiğini hissediyorum- ve gariptir, hatırlayabiliyorum. Zaten derdim de hatırlayamamak değil, yüzüne vuran hava. Evinde olmadığını vuran keskin bi tipi fırtınası...

Bazen günaydın diyolar, ya da afiyet olsun. Hatta geçmiş olsun da dediler bi ara. Çünkü burada güneş doğmuyo, asla afiyet olmuyo yediklerin ve bişeyler tamamen geçmiyo... Dilekleri, gerçekten dilek.

Şimdi, askere gidince görürsün, deme. Zirâ bu şartlarda askerlik kolay. Kastettiğim, niçin orda olduğunla önemli... Askerlikte, o şartlar altında terbiye olman/eğitim alman gerekir ama burada olman sadece eğitim/okulken, neden bi de başka bi hengame çıksın ? Askerdeyken, oraya ait olursun ama burda hiçbi yere/zamana ait hissedemiyosun kendini. Bazen yurdun tel örgüleri önünden geçen çocuklar bakıyo bu tarafa, sanki hayvanat bahçesinde kafese kilitlenmiş hayvanlara bakar gibi. Zirâ, öğrendiklerini aklından silerseniz geriye sadece bi hayvan kalır. Ve şu an, o noktadan önceki noktalarda sek-sek oynuyorum...

Ben bunları düşünürken sigaram bitti, bardağın dibinde de, çay tadına sahip bi kireçli su kaldı. Pencereden devirip odama doğru döndüm, dışarıya açılan kapıdan izmariti fırlatıp odama girdim. Kalorifer yine yanmıyo sanırım. Zaten 10 dakika boyunca, pencereden 2metre ötedeki tellere dolanmış böğürtlen sarmaşığına ve üstünden geçen bulutlar ilâ kuşlara baktım bu soğukta. Bi de derler ki, gittiğin yer değil, nasıl gittiğin önemli... Ben de derim ki, bi de o yolun dönüşü var eşeğin gittiği su taraflarından geçen... Ya da teşbihte hata da olabiliyo, neyse...

Uyumam ve şu romana başlamamak için bahaneler bulmam, akabinde bikaç Mia Kirshner veya Dorothà Nvotova filmi izlemem gerek. Alışverişten döndükten sonra. Ve fazla düşünmemem...

Düşünmek, ibadet oldu bende.

Final cümlesi/konusu bulamadım, oyüzden haybeden haybeye filozof veyahut entel makara çevirip mastürbasyon yapmıcam. Ama, küçücük bi ihtimâliniz bile olsa kalıcak ev konusunda, yurtta kalmayın! Gecenin bi yarısı koridordan gelen seslerle dumura uğrayıp iki lafın belini kırmak fecî koyuyo insana o saatte, yatağımı özledim uleeyn! triplerinde arabeske bağlanıyosun efenim, abi nasihati kıvamında küpe olsun kulağına...

Şûh kalınız, efenim -Şûh. Bu kelimeye de tavımdır, haa-..

12.10.2009

İstasyon İnsanları

0 Vakâ
Demir kutuları bekleyen insanların dünyasında yankılanan öyküler bunlar. Tek ortak noktaları, belki de, aldıkları biletlerin nereye götüreceği olan insanların öyküleri... Bir insan zaten istasyona niçin gider ki? Sıradan ve kekremsi metal tadı gibi otobüs yolculuklarına inat, bi şeyler yaşamak için değil de, neden ?..

"Gitmesen..." derken ki duygusuzluk, "Bak, orda da mutlu olucaksın eminim ki..." derken ki inanmayışlık... Yalanlar uzun peronların arasında yankılanan sesle kaybolup giderken, kendini daha mı az günahkâr hisseder bi insan? Ya da uzaklaşıp giderken daha mı çok kurtulursun o şehirden ? O demir duvarlar daha mı sıcak?..

Belki evet, belki de hayır... Ama konumuz her yolculuğun başlangıcıyla ilgili; istasyonlar, peronlar, tren bekleyen yolcularla ... Bi insanın "neden" tren beklediğiyle değil de, beklediği o anlarla/olaylarla ...

Sâhi... Bi insan neden istasyona gider daha hızlı bi yolculuk biçimi varken ?...


Daha mı güvenli, daha mı zevkli, daha mı sıcak?.. Sadece bi kitabı aralıksız okuyabilmek için mi, ya da düşünmek? Muhabbetler daha mı dürüst olur, ya da büyüleyici olaylar mı ?..

Neden?..

9.10.2009

Yazarmış gibi yapmak

0 Vakâ
Hiç yazasım yok bu aralar; okuldu-yurttu-kitaptı falan, onlarla uğraşıyorum. Başınızı çevirip de bakmayınız, görmezden geliniz kusrumu...

Son dönemde neler dinledim; Aylin ve Yeo.. - "Yeo" ne lağn? "Teo" - ... Ehem ! Aylin ve Teo âşikâr zaten. Ama "makinadaki salata"dan gözüme - kulağıma- takılanlar bi garip. Hani derler ya, dinlediğin müzik hâlini yansıtır, diye. 'Kompleks' bi haldeymişim ('Karışık' diye bilinir ama aslen 'eli ayağına dolaşmak'tır), bi tepinesim bi böğüresim ve bi de uzanıp susasım var bu aralar ama vaktim ve hâlim yok vesselâm. Zaten bi de bu "kapalı alan" korkusu var. Düzeltiyorum, kapalı alandaymışım hissi.

Yok ya, saçmalıyorum harbi. Neyse, şey dicektim: O'nu, arkadaşlarımı, hatta yeni okulumu seviyorum. Mekân fena değil, trenler geçiyo dibimden, yağmur da bol. E o zaman sana batan ne ola yavrucuuuğm ?!?

Ben bunu bi düşünüyim, siz de o ara fırsatınız olursa bol bol Aylin, Teo, Ville, Apoc. , Collide falan dinleyin... Mâlumunuz üzre yanımda elektronik bi alet bulundurmadığımdan(!) ben dinleyemiyorum...

---------

'Alakaya Maydonoz' Köşesi:

Teo - Sevişirdik Bazen

şu dağılgan yüreğimi şu köpüklere imrenen
yüreğimi bir gün yollara atarsam
bir gün nehir yataklarına dolarsam korkarım
suyumun çoğu senden yana akacak

dünyanın ölümünü gördüm suyun toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin

sanki bir kız hep yürürdü yollarda
evimin önünde ayağını silerdi paspasa
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi
sevişirdik bazen

benimse ellerim titrerdi anının aklığından
saçlarına doğru titrerdi
şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
titremez artık yolunu bilir şimdi

dünyanın ölümünü gördüm suyun toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin

sanki bir kız hep yürürdü yollarda
evimin önünde ayağını silerdi paspasa
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi sevişirdik bazen

25.09.2009

Kim Sokuyo Aklına Böyle Şeyleri ?!?

0 Vakâ
Uzanırım düşlerine, -başım dizlerinde- sen saçlarımı okşarsın başını eğip yüzüme gülümserken. Benimse yüzümde çocuksu bile gülümseme, aklımda mutluluk adına bi şiir... Noktasız-virgülsüz ama bitti... Ezberim dökülür, tutamam. Zaten o konuşur ben sussam. Şarap tonunda bi mutluluk, içmek seninle güzeldi ve gözlerimi yummak. İki satır sözün belini kırmak. Gerçi o da sade bikaç cümle, neyse. Güzel bi tatildi hayat, bitti. Bavulumu zaten hiç açmamıştım, gidiyorum tekrar kendi topraklarıma. Ait olduğum yere. Soğuk bi ülke, sıcak topraklar. Kırmızı, kan veya alev kırmızısı. Mutluydum, mutluyduk belki de ama bu düş de bitti. Ruh çekildi kovuğundan, etler sıyrıldı; kavruldu biraz. Ve bu koku?... Neyse, zaten bitti...

Cehennem... Başrolüne verildiğim bi oyun. Tecrübeliyim yer aldığım bi çok günah sayesinde. Unutma beni sakın, eğer unutmazsan bi daha bu kadar büyük bi hata yapmazsın !..

- Ve aşk dedi ki: Hayır! -

8.09.2009

Yolculuk ...

0 Vakâ

Bi tren tanıyorum, "bilete ihtiyacın yok, ne zaman istersen gel ve bin" derdi. Bi şey sormazdı bana, ben anlatırdım. Susardım, bi cevap beklerdim ama vermezdi. Sorduğumdaysa "İstediğini sadece 'içini dökmek' zannediyodum" derdi, susardım. Rahatlardım kısa bi süre ama cevaba susardım...

O zamanlar pastel boyayla çizilmiş gibiydi her şey, renkler farklı bi canlılıktan fışkırırdı sanki. Beyaz bulutlar, açıklı-koyulu yeşil çimenler, kahverengi vücutlu ağaçlar, mavi sırtında bi gökyüzü ... Ne kadar yer gezdim onunla bilmiyorum, hiç bi durakta da indiğimi hatırlamam. Nereye gittiğim değil de, neyle/nasıl gittiğim önemliydi, güzeldi ... 

- 'Güzel' ... O zamanlar için kullanabilirim bu zamirdi. -

Sanırım 'hızlı trenler' peydâ olduktan sonra görüşemedik, sanırım o zamanlara denk gelir deliliğimin doğuşu; hiç de gayrimeşrû değilmiş düşününce... Artık dinlenilmicek kadar kısa yolculuklar ki susuyorum, galiba bu sürât yüzünden hep kusuyorum -kînimi- ...

Oysa ne güzeldi her şey, anılırken ağlanacak kadar güzeldi. (Yeniden) 'Oysa' 'güzel' demek bile kâfi değil şimdi....

Ben büyüdüm; dünya büyüdü, yaşlandı. İstasyon (Hayat) hâlâ gençken, ben imlâlı cümleler kurarken, "henüz ümdini yitirme" diyen, bi sirenle karşıma çıktı istasyonda şarap rengi bi tren. "Anlat" demedi yine, sormadı bi şey; ben anlattım, o dinledi. Sordum "cevap vermicek misin?" diye. "İstediğin anlatmak değil miydi?" dedi, gülümsedim. 

Her yolculuğumzda her odasını, koltuğunu öğrendim. Üşüdüğümde pencerelerini sımsıkı kapayıp kaloriferinden, beni sarıcak bi nefes hava gönderdi. Terlediğimde, açtı pencerelerini ama "Sakın hasta olma!" dedi ... Ben hasta olurdum, ilaçlarımı hatırlatırdı hep, "Alıyorsun, değil mi?"...

Bi yolculuktur, başladık gidiyoruz. Önümüzdeki durakları anlatıyo o bana, ben dinliyorum can kulağımla, zirâ biliyorum 'o duraklara vardığımızda nasılsa inmicem trenden'. 

'Güzel' diye, paslı kızıl renginde, bi kelime kalmış sandığımda, kokusu keskin ama tanıdık. Sanırım bikaç kez de kullanılmış ama pakedi ve kullanma kılâvuzu hâlâ duruyo. Sanırım böyle bi konuşmada kullanılmış, "Senin yuvan burası" diyorum çıkartırken.

- Güzel bi yolculuk daha ... Ve yine, sonu yokmuş 'gibi' ...


[Muse by Ledia S.B.M. feat. BlueBurn]

7.09.2009

Güzel Günler

0 Vakâ

Güzel günler bizi bekler; sadece inan yeter, inan !.. İçimde güzel bi his var kelebekler, martılar filan ...

Her şey böyle iyiyken korkarım, nazar değer,  aman !.. İlkkez çarpılmış gibi, umutluyum şu hain dünyadan ...

Hayat rengini buldu. Beklediğime değdi, ne güzel oldu...

Sen ...  En güzel halinle gel, gerçekleşmemiş hayalinle gel... Gel ! Güneşli bi günle gel, elinde çocukluk resminle gel ...

Hayat rengini buldu. Beklediğime değdi, ne güzel oldu...

Aylin Aslım - Güzel Günler ( Canını Seven Kaçsın )

Son Yazı

0 Vakâ
(Uyusaydı, eminim, çok güzel rüyalar bekliyo olucaktı onu ama o oturup bunları yazıyodu... )

Onun hiç "ailem beni anlamıyor", "çok sorunlu bi çocukluğum oldu", "evcil hayvanımı belediye zehirledi" veya "sevgilim beni anlamıyor" gibi yakınmaları olmadı. Üzüldüğünde veya güldüğünde herkes sonradan duydu, zaten kimsenin bilmesini de istemezdi.

Kalemi ve kağıdı vardı, bi de aklındaki notaları. Yazardı, çizerdi, silerdi ve yine yazardı; her şeyi yazardı.. Neler yazardı? Biraz garip bi yazardı. Üstelik bi de çizerdi, hayali karakterleri vardı -çünkü kendine pek kahraman seçemezdi- ruh verip konuştuğu, silgisiyle kanını çektiği vücutlarından. 

Bi de müzik, kaç tane grup kurduğunu,kaç gruba protez olduğunu o da bilmezdi; "benim istediğim bu değildi" der ve giderdi. Ne istediğine karar verdi ama vazgeçti, güzel olan güzel olduğu gibi kalmalıydı ona göre...

Güzel demişken, güzel anıları da olmuştu. Sahte dostları ve yalancı aşkları... Pek aşk kelimesini kullanmazdı ama aşık da oldu, sevdi, çok sevdi. Sanırım sevilmişti de ama bitti, sırf güzel olan olduğu gibi kalsın diye...

Daha önceden n'apardı? Evet tabi, bi sürü boş kitap okudu. Okumayı onlardan öğrenmişti zaten ama hiç birini anlamazdı yine. Kendini hep cahil veya beceriksiz hissettiği için okumaya devam eder, belirli bi sürede birden fazla şeyle uğraşır ama beceremediğini düşünüp vazgeçerdi.Felsefe, tıp, fizik, din... Doktrinler, nöronlar, fotonlar, kadere karşı satranç... Kadere inanmaktan sanırım bu zaman vazgeçti...

- Du bi dakika... Zaten inanmıyodu ki, ona inanması söylenmişti... Ve telkinle yaptığı tek şey buydu... -

Bi arkadaşı vardı, sahip olduğu ve olabileceği en iyi arkadaşı. Bi de bi forum ve forum gezmeleri... Ama gitmedi o,yerine arkadaşını gönderdi. Arkadaşı gitti ama dönmedi, Mehmet'in alevi o gün sönse de arkadaşının ki sönmedi.

Lisede bi sürü isim takıldı: kafein, nikotin, kamp ateşi, disiplin kurulu başkanı, çamur... Ama o en çok
SoğukSiyah'ı sevdi, çünkü ona bu adı en yakın arkadaşı verdi, MaviAlev'i...

Bi de izcilik yaptı, oynadı, koştu, kaçıncı olmuştu? Galiba ikinciydi ama ödülünü almaya bile gecikmişti, lisede hep gecikmişti derslere falan. Her sabah uyandığında "bu gece erken yatıcam" der ama gece saat üçten önce yatmaz ve uyanamazdı sabah. Gerçi yirmidört saat uyumak da yetmezdi ona hiç...

Hiç ders çalışmadan liseyi bitirdi ama politika, ingilizce, arkadaşlık, sözcük kullanımı hakkında çoğu şeyi o zamanlar öğrendi. Das Kapital'i okudu, Pacesetter'ı okumadı (Amerikan İngilizcesi'ni kullanmazdı, kullanmayı sevmezdi), okul gazetesinde politik ve geyik karikatürler çizdi, bi tarafına batan kavramları yazdı. Çok şey edindi kendince ama tek kaybını en yakın arkadaşının başka bi şehre taşınmasıyla yaşadı...

İlköğretimden hep nefret etti, küfretmeyi de o zamanlar öğrendi. Bit kontrolleri, boş derslerde eve gönderilmemeler, sürekli kırılan kalem uçları, hiç hasta olmayışı veya ne zaman istediği gibi bi saç modeli olsa berbere gönderilmesi gibi şeyler yüzünden sadece gün saydı. Hep başka bi okula kaydını aldırmayı düşündü, sanki sıkıntıları geçicekmiş gibi, ama hep vazgeçti. Zirâ en yakın arkadaşı tek dayanağıydı bunlara karşı ve yanından ayrılmak istemiyordu, Mehmet'e, bi çeşit, ablalık ediyodu...

Nerde doğmuştu? 89'da bi sonbahar günü Eskişehir'de. Ama  küçüklüğü hep başka başka şehirlere sürüklenerek geçmişti. Büyüdü ve kendi isteğiyle gezmelere başladı. Başka bi şehir derken başka bi ülkeye...

...

Yalanlarla geçti hayatı söylediği veya duyduğu ama hep pişman oldu. Sürekli kendine dert edicek bi şeyler aradı, deşti durdu; bulunca da kaçırmazdı hiç. Hep "burama kadar geldi de geçti" derdi ve damarlarından boşaltırdı dertlerin ama asla ölemezdi tamamen. Son onbeş günü kalmıştı ve artık emindi ölüme yakın olduğuna...

...Zirâ cehennemi hissediyordu; sandığından daha da
soğuk ve siyahmış, üşüyordu...

24.08.2009

İyi Geceler Masalı

0 Vakâ
Sen, karamsarlığı sevince boyayan kız !
Umudun hep böyle beyaz kalsın
Ve sakın siyaha gücenme.
Gülen bir çocuk yüzü çiz bu gece odanın buğulu camına, ben diye.
Sakın ha seslenme... Bekle.
Bir şarkı dinle, bir şiir yaz dilin döndüğünce.
Uzanabilirsen bir telefon aç.
- Fazla değil, bir 'merhaba' yeterli. -
Çok üzülme, öykünme.
Gülen gözlerindeki pırıltı hiç sönmesin,
Saçının bir telini sakla defterinin arasına.
Bi yıldıza şiirler oku, bir yıldıza sarıl ve uyu.
Kendine dikkat et.
Çok dondurma yeme olur mu?
(Sivilceler geçidir ama antibiyotik iz bırakabilir.)
Bırak yüreğin hep bende kalsın.
Şimdi kapat gözlerini ve uyu...
- Seni sevdiğimi de sakın unutma. -

21.08.2009

Günce - 22.08.2009

0 Vakâ
22.08.2009 - 00:58

Yerime yeni ruhlar arıyorum, kirlenmiş ve paslanmış ruhla kim idare etmek ister ki... Ama benim için değerli olan bu ruhu, katlayıp ütü yerlerinden, rafa kaldırmaktansa beni kilitliyorum sandığın en ücrâ, karanlık köşesine. Artık bana, yaşamayı sevdirecek, pek fazla şey kalmadı...

Günlerden ne,gecenin kaçı olmuş, hangi ayın kaçıncı günündeyiz bi fikrim yok. Bugün nelere kafa yorup bilmişlik yaptım, kimleri dinliyomuş gibi görünüp aslında ne düşündüm bilmiyorum. Hep derim ya, "bu beyin bana ait değil, kendine has bi hayatı var" diye, bunu o da kabullendi, hatta üstüne kendi tezlerini yazdı:

- Sen bana ait bi parçasın, ben değil...

Düşünüyorum da (Bugünlerde pek sık olmaz bu), yeni bi hayatmış, yeni yüzlermiş falan; hepsi boş... Yeni bi adresim olucak bulmam gereken, hatırlamam gereken yeni yüzler, ezberlemem gereken isimler ve huylar... Katlanmam gereken yeni yükler... Bunu anladığımdan beridir, beni mutlu edebilecek pek hayal veya düşünce kalmadı...

(Koltuklarınızı dik konuma getirip, emniyet kemerlerinizi takın: irtifa kaybediyoruz...)

'Önceden iyi-kötü bi hayatım vardı' farkediyorum... O zamanlar, önüne sıfatlar yığabileceğim bi hayatım vardı. Kızıp küfredeceğim, alay edip gülebileceğim, mutlu olup (ya da olduğumu sanıp) gözlerimi kısarak uzaktan tebessümle izleyebileceğim bi hayat...

İnsan kendini bişeylerden soyutlamaya başlayınca, boşluğu daha iyi hissediyor; kararlarının kendine ait olmadığı, sahteden gülümseyip kızmak için kızdığın bi dünya... Dikkatli bakınca her taraf bembeyaz. Duvarların gölgeleri bile yok...

Karanlığı bile özlüyosun...

Sanırım bu yüzden farkediyorum... farkediyorum ki artık çok az şey beni üzebilir... Bi insan, hangi yoğunlukta bi duyguyu hissedebilir? Ya da bi taş parçası ne kadar acı çeker denize fırlatıldığında? Vücudunun çürmesini izlerken ne düşünür ot, terkettiğinde diğerlerini ne hisseder? Ona boşluk deyince ne gelir aklına? Kimi arar iyi veya kötü bi haber aldığında?

Bazen yuvarlanan bi taş parçasından, kuruyan bi bitkiden daha boş ve gereksiz hissediyorum kendimi... Ağzımı küfürler bürüyo, kekremsi bi tat alıyo; karışmıyorum... Hani okuldan mezun olan bi öğrenci, ders çalışın len, der ya diğerler öğrencilere (belki de demez, ben demiştim); şuan kimi görsem pesimisliğinden, depresifliğinden veya melankolikliğinden dem vuran, diyorum: sırf yaşamak için yaşama hayatı; hatırlayacak güzel bi ânın, hatırlanmaya değicek insancıkların olsun !..

Galiba artık bana yeticek bi ben kalmadı...

Bazen aşk acısı bile (terketsen de, terkedilsen de - özlesen de, bırakmayı isteyen sen olsan da), yaşadığını hissedirecek kadar güzel geliyo sîneye ... Sigaranın her nefesinde boğazını yakması, aşırıya kaçmış alkolün başına dumretmesi gibi... Ama bi kere bıraktılar mı geri de dönmüyolar. Beyaz ışık her zaman mutlu sonla bitmiyor üstelik, bazen sadece boşluk...

Sıfatsız... Duygusuz...

Geriye sadece beyaz bi ışık kalıyo ve kendine gölge oyunlarından oyun beğenmeye başlıyorsun... Başrolde sen, oyun arkadaşlarınsa aradığın gölgeler...


22.08.2009 - 01:26
Inféra

15.07.2009

Düşmüş Melek

0 Vakâ
tamam işte... şüphe yollu bi tartışma başlıyosa eğer, ya da göz yaşı dökülüyosa o ilişki bitiyo; sonraki günleri saymana gerek yok. çünkü sadece hatırlatır sana... yok kadın ruhuymuş,yok erkek tavrıymış;geç bunları ! seviyosan zaten 'bütünün ruhu ve tavırları' olurdu ama yooook, nerdeee ?!?

kabullenemeyip hata arıyosan,yalan bekliyosan, aklından uydurduğun-inandırıldığın alternatif anlara planlar yapıyosan,üstelik sen anlamayıp da (hiçbi şey demeden) 'anlamıyosun' diyosan seviyorum da deme... gülünç olur,en azından burdan bakınca...

neyse, bitti artık; abartılan her söz bi gün silinir akıldan ama bu son unutulmayacak,eminim. seni mutlu hatırlamak isterdim ama elimde değil,giden ben değilken kalan da değilim !..

12.06.2009

Asla Olmamış Bir Bütünün Eksik Parçaları - 13.06.2009

0 Vakâ
Aradan belirsiz bir zaman geçiçek;kısa da sürebilir,uzun da.Öfkem birikicek, birikicek ama biticek ve yerini umursamazlık,vurdumduymazlık alıcak...

Kapım çalınıcak bir gün,yavaş ama hüzünlü bir kaç vuruş.Kapıyı açıcam;kaşlarım önce kalkıcak,sonra da çatıcak:

-Selam..Biraz konuşabilir miyiz?

"Bugünün geliceğini biliyordum..." dicem,"...ve geldi.",o eski öfkeyi anımsıcam . "Hâlâ kindârsın ..." diceksin,"Olmamam için bir sebep mi vardı?!?" dicem.Seni içeri davet edip,etmiyeceğimi sorucaksın sen, ben de üstüne basa basa o kadar kalıcağını sanmadığımı söylicem.

Başın öne eğilicek,aklından gitmek geçicek ama gitmiceksin,tereddütte kalıcaksın,ben etrafa bakınıp "Peki...Girebilirsin." diyip kapıyı örtmeden içeri yol alıcam.Sen başın önde,garip bir duyguyla çevrene bakınıp içeri giriceksin,kapıyı örtüp ayakkabılarını çıkarırken içinde bir umut hissediceksin ama kafanın içinde sesin yankılanıcak:

-O kadar kalıcağını sanmıyorum...


Odama girdiğinde ben ayağa kalkıcam,"Imm..Bir şey ister misin ?" diye sorucam,"Soğuk veya sıcak bir içicek falan?". Teşekkür ediceksin,soğuk bir şeyler fena olmazdı."Doğru,tek ihtiacımız da buydu...". Geri geldiğimde,hâlâ tereddütler içinde başın önde eğikken, yüzünü bana kaldırıcaksın...

Ben,pakedime uzanıp sigara yakıcam yerime oturduktan sonra."Evet,seni dinliyorum ?.." dicem,lafa nereden başlıcağından emin olmayıp ağzında geveliceksin:

-Üzgünüm işte! Üzgünüm...

"Bunları söylemek için mi geldin bu kadar yolu... Yine ?.." dicem,başın kalkıcak,"Beni bilirsin; sinirlendiğimde istemediğim şeyleri söylerim ama dilimdeki hep kalbimden geçenin tezâtıdır..."

-Evet,çok iyi biliyorum bu huyunu ve hâlâ da ezberimde !

"N'olur affetsen,hep affederdin beni,ne değişti?" diceksin,ben de "Doğru !!! Hep bir şeyler yapıp gitmek için çırpınan sen olursun,bense hep affederim,değil mi?" dicem.Bu kez başka uğraşlara giricek,başka yerlere çekiceksin konuyu:

-Neden böyle diyorsun? Artık beni sevmiyor musun ruhum?

"Ruhum..." Sinirden gülümsicem anlık da olsa;"Haklısın,giden değil de kalan sevmez,değil mi?!?".Çaresizlikle başın öne eğilicek tekrar,umutlarının azaldığını hissediceksin..."Çok kötü biriyim,biliyorum ama seni hep sevdim ben." diceksin.Bense"Duymadığım bir şey söylemek için gelmediysen neden geldin?" diye sorucam.

-Bizi özlüyorum,seni...

"O 'ben'i bırakan da sendin ama" yanıtını alıcaksın,sinirleniyorsun hafiften."Sen de beni özlemiyor musun? Bizi yargılamandan bıktım,hep keskin dilin !.."

-Bu dili köreltmesini de bilirim ben ama sen göremiceksin...

"Alay etme benimle lütfen !" diceksin,"Zaten yeterince komik durumdayız," dicem,"...alaya ihtiyaç duymuyorum ki"

-Sanırım sen çoktan vazgeçmişsin bile benden.

" 'Senden vazgeçmek'le kastına bağlı cevabım.." dicem.

-İlk aklına gelen şey işte;biz'den...

"Neden başka bir 'tekrar' isterken aklına geliyoruz;'ben' ve 'biz'?.." dicem,cevap verme ihtiyacında bulunacaksın ama bir şey engel olucak.

-Beni istediğin sürece mi bir 'biz' var?Ayrılırken hiç mi düşünmüyorsun beni?

"Mehmet ...",cümleni bitiremeden ben, "Ne kadar üzüldüğüm umrunda değildi,şuan benim de umursadığım söylenemez ama bil ki senin de ne kadar üzüldüğün önemli değil! Dediğin gibi;"bitti mi bitiyor" işte,bazen sadece gitmek için gitmek gerek !.. " diye çıkışıcam.

-Hatalarımdan ders alabilirim,tekrar "mutlu biz"i yakalayabiliriz !..

"Alsan da önemli değil;inancım yok o dersin yaşamına... Hem... bırakalım da "mutlu biz", mutlu kalsın,öyle hatırlansın ." dicem. Kolay pes etmek sana göre değildi hep,yine etmiceksin:

-Ne yani;son sözün bu mu?

"Hayır,ben son sözümü senden önce söylemiştim Eylül...Sen son sözlerini söylemeden önce...", ve bilgisayardan bir dosya açıcam,ordaki bir belgeyi daha sonra da.Hatırlıyorsun,hep bir şeyler yazıp kaydederdim oraya.Geriye çekilip sana göstericem,dudakların aralanıcak ve okumaya başlıcaksın:

"Asla Olmamış Bir Bütünün Eksik Parçaları - 13.06.2009"

Aradan belirsiz bir zaman geçiçek;kısa da sürebilir,uzun da.Öfkem birikicek, birikicek ama biticek ve yerini umursamazlık, vurdumduymazlık alıcak...

Kapım çalınıcak bir gün,yavaş ama ...

31.05.2009

Nil Erkoçlar

0 Vakâ



Nil , 1986 senesinin 26. Mart gününde(cümleye bu kadar da garip başlanmaz ki) İstanbul'da doğdu.Suadiye Lisesi'nden 2002 yılında mezun oldu(hala o civarlarda görünür) ve daha sonra TÜRVAK'da Sinema Oyunculuğu okudu. Gaye Sökmen Ajans'a bağlı olan Nil, 10 yaşından beri tv dünyasında çeşitli projelerde yer almıştır. İlk olarak Hülya Avşar Molped rekamı ile televizyonda görünen oyuncu daha sonra dizi projeleriyle ekranda göründü. Sırasıyla 'Seni Yaşatacağım', 'Bütün Çocuklarım', 'Emret Komutanım', 'Üvey Aile' ve 'Elif' dizilerinde rol aldı. Ayrıca 'Sine Show' adlı programında sunuculuğunu yapmıştır.Golden Retriever cinsi köpeği vardır.Doğum gününde çekilmiş fotoğraflarını yüklerim yakında...

Oynadığı dizi film ve programlar

Seni Yaşatacağım 2002 özlem
Bütün Çocuklarım 2004 Irmak (Kanal d)
Emret Komutanım 2005 Foto Fato (Show TV)
Üvey Aile 2008 Özlem (Fox TV)
Elif 2008 Yağmur (atv)









































Voo-Doo Dollz, vol. #III

0 Vakâ
Bir ölümün anatomisi :

İçindeki sessizlikten artık ürkmeye başlamıştı;toz-duman içinde yolunu bulamıyodu ne kadar çabalasa da ve duyabildiği tek şey, rüzgarda uçuşan hiçliğin fısıldamasıydı... Cennete giden yolu göstereceğine inandırıldığı için takip ediyordu benliğini ama şimdilik görebildiği şeyler sadece karanlığın getirdiği gölgelerdi...

Vücudunun çeşitli mahallerindeki yaraları gördü,yaraların kanadığını farketti;parmağını daldırdı yaraya,derindi... Acıyordu...Daha da kanıyordu... Yarayı biraz daha büyütüp derinleştirdi.Sahip olduğu birkaç anıyı gördü içinde yaranın.Sanki başkasının vücuduymuş gibi,saldırırmışcasına açtı yarayı o güzelliğe ulaşıp dokunabilmek için ama o kadar kanamıştı ki artık dermanı kalmamıştı...

Üstelik her kan damlasında ışığını kaybediyordu anılar ve artık akıcak doğru-dürüst kan kalmamıştı damarlarında. Nefes almak nefes borusunu yakıyordu,gözleri kararmıştı,seyrek de olsa damla damla akıyordu kanı ama gülümsüyordu;cennetin bu olduğunu düşünüyodu,vardığını sanıyordu...

Oysa birkaç adım daha atsaydı,birazcık daha dayanabilseydi, güzel olanı güzel olduğu haldeki gibi bıraksa ulaşabilirdi sonsuz hâzza... Ama ona birazdan yitirlicek hafızadan başka bir şey kalmadı; muma üflendi,ışığı söndü,kanaması durdu...Öldü...

30.05.2009

Bir Starla Yaşamak

0 Vakâ
Okan Bayülgen ile aynı evdesin. Okan öğlen 3 sularında yeni uyanmış. Üstünde robdöşambrı, elinde kahve ile salona giriyor. Kahvaltıdan önce iki sigara içmiş bile. Jöle vurulmadığı için uzun saçları kabarık ve dağınık. Sana "günaydın" diyor. Sesi bu saatte biraz boğuk ama yine de etkileyici. "Sabah menemen yapmıştım, yersen biraz kaldı" diyorsun. "Aç değilim" diyor. Kütüphaneden bir kitap alıp koltuğa oturuyor. Bu Fransızca kitabı tanıyorsun. Geçen sene Paris'te bir sahaftan almıştı. 1840 basımı, sayfalar arasıda yazarın el yazısıyla aldığı notlar var. Biraz karıştırıp sonra sıkılıyor. "Dün izledin mi programı? Kötüydüm di mi? " diye soruyor. "Erken uyudum" diye cevaplıyorsun. Biraz bozuluyor sanki. Bozulduğunu anlayıp, "Kimler geldi" diye muhabbet açıyorsun. "Otuz tane adam geliyor, hangi birini aklımda tutayım" diye cevap veriyor. Birlikte gülüyorsunuz. Daha doğrusu o gülünce sen de mecburen ona katılıyorsun. Sonra birden "Okan!" diyorsun. "Ben artık ayrı eve çıkmak istiyorum." Bir sessizlik oluyor. "Neden?" diye soruyor Okan. "Bir problem mi var? Bilmeden seni mi kırdım?" "yapma Okan diyorsun, ne problem olabilir ikimizin arasında? Ama ben sıkıldım artık." Okan anlamaya çalışan gözlerle sana bakıyor. Devam ediyorsun. "Seninle ev arkadaşı olmak öyle zor ki...Bak, yanlış anlama ama evde atkıyla, ayakkabıyla geziyorsun. Gece oturuyorsun gündüz uyuyorsun. Ben erken uyanan insanım, sen yatıyorsun diye evde rahat hareket edemiyorum. Sonra yemek yapıyorum, tenezzül edip yemiyorsun. Menemeni küçümsüyorsun. Ayrıca içtiğin sigaradan evin perdeleri sarardı. Olmuyor Okan, seninle aynı evde olmuyor. Ben evden ayrılıyorum." Okan bir sigara daha yakıyor. "Nereye gideceksin?" diye soruyor. "Dayımın oğlu üniversiteyi kazandı. Onunla eve çıkacağım" diye cevap veriyorsun. Ayağa kalkıyorsun. Kelimeler boğazından zor çıkıyor. "Ben eşyalarımı topluyorum. Hoşça kal... Hoşça kal disko kralı!".. Sen giderken Okan ardından bakıyor. Bir sigara daha yakıyor. Demin yakmıştı zaten ama... Herhalde üzüntüden zihni bulanıyor.

Lombak
Sayı 97

29.05.2009

Voo-Doo Dollz, vol. #II

0 Vakâ
Bi lanetin anatomisi :

Bu hissi çok iyi biliyordu,eskiden de tatmıştı,tadı damağındaydı.İçinde sonsuz fısıldamalar esiyordu ve yatakta bi o yana,bi bu yana dönse de uyuyamıordu.En yakın dostu,biricik sevgilisi yalnızlığı olmuştu ama ona da danışmya korkuyordu...

Mutlu bi sonla bitmeyen romanında yardımcı karaketer olmakla geçmşti ömrü ve n'aparsa yapsın ana temaya yakışmıyordu,uyamıyordu ! Hisleri tamamen donmuş,düşünceleri terketmişti onu..Hissediyormuş gibi yapabilmeyi deniyordu,denemeyi deniyordu...


Düşlerden,kokulardan,yiyeceklerden tat almayı özlemişti,özlemeyi özlemişti ! Karar vereli bir şeylere,çok uzun zaman geçmişti ! Kararlarını uygulamayı,kararlarında yanılmayı bile hatırlamıyordu ! Elini neye atsa 'hiç' ediyordu,gün ışığı anlamını yitirmşti;yaşamını sağlayan şeylerin anlamları rüzgarla bir yerlere savrulmuştu 'kül' gibi..!

Gözlerini yumsa da,açsa da hep aynı tonlarda hayat.Tenine esip giden yel de,elini uzattığı şey de aynı soğuklukta...Yüzünü görmeye bile tahammülü yoktu,önce tüm aynaları kırdı,sonra da gördüğü camları parçaladı...Dayanamayp gözlerini oydu, suratını doğradı,dudaklarını dikti !

Günlerce yemeden-içmeden,kıpırdamadan durdu olduğu yerde öylece.Artık -birçok şey gibi- soluk alıp vermekten de vazgeçmşti.Evrimi aksine işlemeye başladı,sonra da kuruyup kapkatı kesildi...Daha sonra da etnik eşyalar mağazasında satışa sunuldu başka hayatlara kendi zehrini akıtması için...

"Bi yalnızlık bi lanet ise,bi lanet kaç kişiliktir..?Ya da kaç yalnızlık bi birliktelik eder ?!?"

Çanakkale Savaşı İçin 'Anlamsız' İbaresini Kullanmak

0 Vakâ
Galatasaray Kulübü, merkezi Avustralya Sidney’de bulunan Gallipoli Memorail Clup ile Çanakkale 18 Mart Üniversitesi tarafından düzenlenen 2009 Çanakkale Resim Yarışması’na destek veriyor.

Organizasyonun tanıtımı için Florya Metin Oktay Tesisleri’nde düzenlenen basın toplantısına Galatasaray Kulübü Başkanı Adnan Polat, Avustralya’nın Çanakkale Konsolosu Peter Rennert, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Akdemir ile sarı-kırmızılı futbolcular Arda Turan ile Harry Kewell katıldı.

Adnan Polat, toplantıda yaptığı konuşmada, Galatasaray Kulübü’nün Çanakkale Savaşları’nda yer aldığını belirterek,
"Galatasaray Lisesi’ndeki anıtta savaşta şehit olan talebelerin isimlerini görebilirsiniz. O talebeler aynı zamanda Galatasaray futbol takımının da oyuncularıydı. Çoğu savaş nedeniyle Çanakkale’ye gitti ve şehit oldu"
dedi.


Polat, o dönemde savaşa katılan Avustralyalı askerlerin de Türk askerler gibi şehit düştüğünü ifade ederek,
"Bu anlamsız savaşın ardından dostluk tohumları filizlendi. Bu dostluk filizleri iki ülke arasında gelişirken, akan zaman içerisinde kaderin bir cilvesi olarak, Galatasaray takımında savaştan bu güne değişen şeylerin çok güzel bir sembolü oluştu. Bu sembol de Galatasaray takımında Avustralya Milli Takımı’nın yıldızı Harry Kewell ile Türk Milli Takımı’nın yıldızı Arda Turan’ın omuz omuza mücadele etmeleridir. Bu iki ülkenin çok güzel bir simgesi oldu."

dedi.
-----

Ümit ediyorum ki kastı "savaşın,savaşmanın anlamsızlığı"dır ama içimden "ya bi s*ktir git" demedim değil !..

Harf Soğukluğu

0 Vakâ
Bi insan "q,w,c,s,h" harflerinden birine veya tümüne, ya da herhangi sesli-sesiz bi harfe gıcık olabilir mi?!?

Cidden soruyorum bu soruyu,alakasız veya saçma bi konu olabilir ama bu hale gelmek de tirajıkomik bi durum ! Soruyorum size,bi insan nefret edebilir mi bi harften ?

Ya hangi ilgimi çeken konuya baksam o konuyla ilgili blog,resim,video veya yazılarda anlamadığım bi dilde bu harfler bütünü karşıma çıkıp tüm hevesimi kaçırıyo !

Net denen şey insanı kendine çekip yeni bi form katıyo olmalı ki,bu çekime kapılanlar kendini "bi öncü" sanıp ya da bu "öncülerin" peşi sıra yeni bi hal katma merakında Türkçe'ye... Tamam; noktalama veya imlâya dikkat etmeyebilirsin,mâlum, hızlı olmak gerekebiliyo bazen ama arkandan kim kovalıyo da yazan dışında kimse bişey anlamıyo yazılandan ?

Hepimiz yaptık bişeyler zamanında,kabul ama net dili diye bişey yok ki !.. Varsa da olsa olsa senin o an kullandığın dil olmalı ama bazı tipler var "özenti" veya "ezik diye adlandırılan,herif dışarda konuşurken bile "-yor" olarak konuşurken,yazarken başka bi forma geçiyo...

Konuştuğun gibi yazabilirsin,klavye hızın yüzünden eksik harf kullanabilirsin,eyvallah ama bi kelimeye yeni bi form katmak,yeni bi kelime türetmek bu kadar basit bi sebepten olmamalı ! "Türkçe,canlı bi dildir."den kasıt bu olmamalı ya !

Doluyum bu konuyla cidden !..

Örnek vermek isterdim ama örnek de veremiyorum,çünkü sabit bi halleri de yok bunların; herkes kendi kapasitesiyle "kendisini bişey uydurmaya koşullandırmış" gibi kan-ter içinde uğraşıyo sanki.

Anlamıyorum; yaşlanmadan "bu yeni nesili anlamıyorum"," bizim zamanımızda böyle miydi?" gibi cümleler sarfetmeye başladım artık ki cidden anlamıyorum bu durumu.. bizler mi farklı yetiştirildik,onlar mı ithal? Onların aileleri mi öğretti ya da bizim ailelerimiz mi yasakladı bunu ?!?

Hatta "üşenenler olabilir,aman onlar bizden kopmasın" düşüncesiyle,bi program yapılmış: sen cümleni yazıyosun,o "süsleyip" sana "ahaa, bak böyle yazıcaksın" diye gösteriyo. Sonrası da kopyala+yapıştır hesabı.. Amerikan icadı kesin,adamlar elektrikli süpürgeyi kullanmayı üşenip, kendi süpürenini icâd ettiler. Neyse ...

İlk albümünü dinlediğim bi adam için beni "satanist" ilân eden bi zât,şimdi kendisi 2. albümüyle hayranı olmuş ve hatta bununla yetinmeyip o şarkıcının ismine de yeni bi form katmış... Gel de gülme bu duruma;dinlemek "satanistlik"se hayranı olup adını değişik şekillerde yazmak ne? Hayranı olmak,bunu yapabilme hakkı verir mi? Dinime küfreden müslüman olsa bâri,insan "sen benden daha mı müslümansın" demeden edemiyo !

Sadece kelimeler değil, noktalamada da bi hezeyan mevcut ki "é" harfinin okunuşu bile bilinmez kimse tarafından ama kullanılır ... İmaj konusuna veya büyük harf olayına girmicem,çünkü bana ne ama bu konu artık batıyo bana !

Kardeşim, benimle " Türk'ché' " konuşmayın,"Türkçe" konuşun !

Msn'den de soğuttunuz,forumlardan da,diğer her hangi sitelerden de.Tartışa tartışa,engelleye engelleye kimse kalmadı arkadaş listelerimde ama devamı da gelecek bunların çünkü ben tek, onlar hepsi... (*) (**)


(*)Hatrı olanlar hariç...
(**)Ledia da benden... P:


Bakınız,ne kadar sakinim..

"Serzenişim,eylemlerim ve düşüncem devam edicek !.."

ÜçNokta

0 Vakâ
Tanıyorum bu tadı;daha önce de tatmıştım ! Aynı olasılıksız denklem ve bilindik bi doğrultu; gerisiyse sadece kurgu ! Uzak durun benden;yaklaşmayın ne yakınıma ne de uzağıma ! Yeterince şey biriktirdim artık;bu denklemi sadeleştiriyorum !..

Aptal,yazılmış tüm şiirler senin için !
Söyle,bu gece kaç ben katlettin !..

(Hiç işim olmazdı ama arkadaşlar "bakıyoruz da o niye yok;?" diye ısrar edince koydum,liseye kadar dayanır yaşı.Kendi adımı vermiş olduğum bi yazı...)

Kıl Oldum !

0 Vakâ
yeni bi diş fırçası almıştım (evet efenim, ben de fırçalayanlardanım dişlerini);böle bilmem kaç açılı,optimist bi fırça,pilli falan. pis işlerine âmel eden kullananları,müdavimleri de var kendisinin;kalçaları kilolu olmak üzre, kıllı-tüylü uzun bişey. neyse efenim, bozuldu!..

evet,bozdum; bozmuşum... sebebiyse ıslanmasıymış efenim;paylaşayım istedim kıllık sebebiyetimi.

bahtsız bedeviyim ben çölde kutup ayısına yolunu soran ! >_>

Ses İle Bardak Mı Kırılır?

0 Vakâ
bi kafede ses ile bardak kırma (rezonans ile) diye bir konu okudum.engin leb-i derya aklımdan kıça sürülesi bir fikirle yazdım.

rezonansın akustik bir mahal içerisinde tutturulabileceği büyük fizik camiasına inmiş vahiyler arasında yer almaktadır.kutsal kuantum fiziğini de danışıldığı halde, daha bunu baş tarafta bulunan ağız organı ile gerçekleştiren görülmemiştir.zira kıpraşıma eş değer ses zaten bizlerin algılayamayacağı bir dalga boyuna sahiptir.ancak kasmayın, bardağı alın elinize, ağzını açıp bağırır gibi yapıp çarpın yere doğru; hatta çarpmayın,parmaklarınızı açın.bu sayede rezonansı-frekansı kasmak yerine, yerin merkezi çekim sisteminin yardımcı kaynağının faydasını görecek ve yarı evreka vari bir edayla bardağı tuz-buz yarı kütlesine çevirmiş olacaksınız.

bu sayede de ailenizden yaşça büyük birinden taze fırça yeme olasılığınız ve fırça ile yükselecek rezonansın beyninizde zangırdadığını duyacaksınız.bardak kıramayan bu rezonansın kalbi nasıl kırabildiğini bulacak ve diyeceksiniz ki :

-Mehmet, ben senin ...


(aceleyle yazdığım için pek imlayla uğraşamadım,kafedeyim,kalkmam gerek. yani kısaca afedersin (: )

28.05.2009

Erdem Yener - Biografi

0 Vakâ


Kendisini de şu şekilde tanımlamış:

Sarki söylerim, söz yazarim, beste ve aranjman yaparim, reklam filmlerinde yardimci yönetmenlik yaparim, gitar, bass, klavye ve davul çalarim, ProTOOLS kullanirim, Istanbul'da yasarim, sigara içerim, PS oynarim, WE'de rakip tanimam, yemek yapmayi çok severim ama bilmem, hiç yapmadim, aslinda sevmem, yemek yapmayi sevme fikrini severim, fikirleri severim, sabit fikirliyim, sabit olan seyleri severim, hareketli olmayi severim, hersey sabit ben hareketliysem; bunun verdigi güven hissini severim, güveni severim, sevene güvenirim, güvendigime veririm...


(Alıntıdır)


MySpace Adresi

Erdem Yener 1981 yilinda Iskenderun'da dogdu. 7 aylikken yurumeye, 12 aylikken konusmaya baslayan ve okuma-yazmayi 4 yasinda ogrenen Yener, ailesinin akademik anlamdaki beklentilerini oldukca yukseltti. Ilkokul yillarinda ders calismaya ihtiyac duymadigi icin boyle bir aliskanligi olmayan muzisyen, enerjisini, ilerleyen yillarda derslerden cok sanata yoneltince her ne kadar hayal kirikligi yaratmis olsa da kendi yolunu cizmeye basladi.
Muzigin yani sira; karikatur, oyunculuk, radyo programciligi ve danscilik ile ilgilenen muzisyen, ergenlik cagindan itibaren tum bu alanlarda da var olmaya calisti. 13 yasinda sarki yazmaya baslayan Yener, 18 yasinda gitar calmaya basladi ve Ankara'da, +4 isimli ilk ve tek grubunu kurdu. 5 yil boyunca Ankara merkez olmak uzere, bir cok sehirde bar programi ve konserler vererek, gerek cover sarkilar, gerek kendi sarkilariyla bir cok seyirciye ulasti. Erdem Yener, 2003 yilinda Istanbul'a yerlesti ve Kedi Muzik'te bir sure mutfagi topladiktan sonra muzik yapmaya basladi. Bu cati altinda bir cok film muzigi, album ve jingle projelerinde; soz yazari, besteci, aranjor, solist ve icraci sifatiyla gorev aldi. Yener, muzigin yani sira bir film produksiyon sirketinde cast direktoru ve oyuncu kocu sifatiyla calismakta ve gecmis yillarin birikimini topladigi "Kirli" isimli albumunu muzikseverlere paylasmak uzere hazirliklarina devam etmektedir.

(Alıntıdır)


[Resmi Sitesi]


Ayrıca kendisini "DanKek" reklamındaki "bi sezonda 500 gol atan adam" veya "Flexi Kart" reklamındaki "erkek Polyanna" rollerinden de hatırlayabilirsiniz. Ve de Aylin Aslım'ın "Gülyabani" albümünde de yardımcı olmuştur(geri vokal+söz vb.). Kısaca; "Senin hayatta amacın ne lan, ne ayaksın sen ?" sorusuna vereceğim cevaptaki örnek kişidir Erdem Yener. Müzisyen, oyuncu, bestekar, üretici, karikatürist,aranjör, neşeli, yaratıcı.. Bu sıfatlara sahip olmak herkesin yapacağı iş değildir. benimde hayatımdaki tek amacım bir çok sıfat sahibi olmaktır, bu yüzden tebrik edilesi insandır Erdem Yener.

Erdem Yener - Belki

0 Vakâ



Belki bir parça ömür bulunur bir yerde

Belki içine biraz hayat konulur
Belki ölmeden insan olunur yine
Belki biraz da hava solunur

Belki bir gün

Ağaçlar kök salınca
Hepsi göğsüme batınca
Tek odalı kağıttan şatomda
Uyanırım belki

Yalnızken kırık yatağımda
Alışırım zamanla
Bu kadarı var bana hayatta
Yetinirim belki

Belki bir parça akıl bulunur bir yerde
Belki içine biraz zeka konulur

Belki bir gün

Ağaçlar salınınca
Rüzgar göğsüme dokununca
Camdan dışarı bakınca
Anlarım belki

Yatağımı onarınca
Dayanamam yalnızlığa
Daha fazlası var hayatta
İsterim belki

Erdem Yener - Myspace Adresi
 

Soğuk Nevâle... Copyright © 2008 Black Brown Art Template designed by Ipiet's Blogger Template